17 Şubat 2020 Pazartesi

Büyük Buharlı Golem Blitzcrank'in Hikayesi

BLİTZCRANK BÜYÜK BUHARLI GOLEM

blitzcrank ile ilgili görsel sonucu

Zaun harikulade deneylerin yapıldığı, renkli, canlı, her şeyin başarılabileceği bir yer. Ama bunların hepsinin bedeli var. Aşağı şehir sınırsız yaratıcılığın yanı sıra kirlilikle, yıkımla ve acıyla dolu. Bunlar şehre öylesine yayılmış ki etkilerini hafifletmek için icat edilen araçlar bile onun çürütücü pençelerinden kaçamıyor.

Zaun'un koskoca mahallelerine yayılmış zehirli atıkları kaldırmak için tasarlanmış, devasa mekanik golemler sağlığa akıl almayacak kadar zararlı olan koşullarda çalışır. Böyle bir golem, programlamasının Zaun'u yeniden insanlar için yaşanır hale getirme buyruğuna uyarak benzerleriyle birlikte çalışıyordu. Ama en sağlam metali bile eritecek çevre koşulları yüzünden gövdesi kısa sürede aşındı ve çok geçmeden bozulup işe yaramaz diye bir kenara atıldı.

Fakat onun yine de yararlı olabileceğini bilen bir kişi vardı. Mucit Viktor terk edilmiş golemi görünce hareketsiz kasanın içinde yatan potansiyeli fark etti ve aniden ilham buldu. Viktor deneylere başladı. Otomata, onu asıl yapım amacının çok ötesine taşıyabilecek yeni bir öğe eklemek istiyordu.Hextech.

Terk edilmiş golemin kasasına Shurima çöllerinden getirilmiş paha biçilmez bir hextech kristali taktı ve makine gümbürtülerle canlanırken nefesini tutup bekledi.

Mucit, hextech kristalinin beklenmedik bir yan etkisi sonucunda cızırtılarla golemin kasasında dolaşan yıldırımcıkları ("blitz") görünce ona Blitzcrank adını verdi ve onu Zaun'un en zehirli bölgelerine yolladı. Blitzcrank buharlı kardeşleri kadar becerikli olduğunu kanıtlamakla kalmadı, görevlerini onlardan çok daha hızlı ve etkin bir şekilde tamamladı. Günler haftalara dönüşürken, Viktor mucizevi bir şeye tanık olmaya başladı...

Eseri öğreniyordu.

Blitzcrank günlük komutlarını yorumlayıp dış verilere göre değerlendirerek yenilikler yapıyordu. Bu sayede Zaun halkına çok daha büyük hizmetlerde bulunmaya, hatta onlarla düzenli olarak etkileşime geçmeye başladı. Goleminin neredeyse bilinç kazanmak üzere olduğunu gören Viktor bu başarısını tekrarlamak istedi ama Blitzcrank'in gelişmekte olan bilincinin sırrını çözemeyip sadece öfkeye ve hayal kırıklığına ulaşabildi.

Blitzcrank'in gelişiminin her yönü memnuniyet verici değildi üstelik. Aşırıya kaçmamak, ufak farklara dikkat etmek gibi özellikleri yoktu ve her şeyi ya varlığının tüm zerresiyle yapıyor ya da hiç yapmıyordu. Zaman zaman Zaunluların isteklerini yanlış yorumlayıp ya da çözümde aşırıya kaçıp, anahtarını kaybetmiş tek bir kişiyi içeri sokmak için bütün bir apartmanın cephesini yıkabiliyordu.

Ya da koskoca bir fabrikayı yerle bir edebiliyordu.

Viktor'un bir mahalleyi toksik kimyasallardan temizlemeye gönderdiği Blitzcrank, yakıcı atıkları takip ederek yayıldıkları noktayı bulmuştu. Kirliliğin artmasını önlemenin en etkin yolunun bu kirliliğin kaynağını ortadan kaldırmak olduğunahükmeden golem koskoca fabrikayı yıktı. Yıldırımlarla çevrili yumrukları, bina yamulmuş demirlerden ve molozlardan bir yığın haline gelene kadar durmadı.

Fabrikanın sahibi olan kimya baronu öfkeden köpürerek Viktor'un yakasına yapıştı. Golemi ya yok etmesini ya da olanların bedelini canıyla ödemesini söyledi. Blitzcrank'i artık emirlerini yerine getirecek bir araç değil canlı bir varlık olarak gören Viktor yıkılmıştı. İcadını gizlice güvenli bir yere kaçırmak için planlar yaptı. Bu planın tüm tehlikelerini ve sonuçlarını kabullenmeye hazırdı. Ama planını uygulamak için laboratuvara döndüğünde Blitzcrank'in çoktan çıkıp gitmiş olduğunu gördü.

Blitzcrank'in, özgün programlamasının sınırlarını aşmasını sağlayan evrimi henüz sona ermedi. Tamamen kendine yeterli hale gelen golem, görevini mucidinden bağımsız olarak yerine getirmeye başladı. Hatta dedikodulara göre Zaunlulara talimat almadan yardımcı olmak ve onları korumak için dur durak bilmeden çalışırken bir yandan da kendi bedeninde güncellemeler yapıyor.

Blitzcrank artık Zaun'da devriye gezerek aşağı şehri nasıl Valoran'ın gelmiş geçmiş en görkemli yeri haline getireceği konusundaki kararları kendisi veriyor. 

Gölge Cellat Kayn'ın Hikayesi

KAYN GÖLGE CELLAT

kayn login screen ile ilgili görsel sonucu

Noxus'lu olarak dünyaya gelen Shieda Kayn, pek çok yaşıtıyla birlikte çocuk yaşta orduya alınmıştı. Bu acımasızca uygulama yalnızca Boram Darkwill'in imparatorluğunun en sinsi komutanları tarafından kullanılırdı. Navori'deki Placidium'da yaşanan ve çok acı sonuçları olan çatışmadan sonra, işgal planı kasten uzun bir yıpratma savaşına dönüştürülmüştü. Ionia'lıların merhameti sömürülmesi gereken bir zayıflıktı. Savaşçıları, masum olduğunu düşündükleri kişileri öldürmekte tereddüt ederdi. Eline tutuşturulan kılıcı zar zor taşıyan Kayn'in ilk savaşının ayrıca son savaşı olacağı tahmin ediliyordu.

Bahrl eyaletine saldıracak olan Noxus güçleri, Epool Nehri'nin denize döküldüğü noktadan karaya çıkmıştı. Kayn'le diğer çocuk askerlere gönülsüz bir öncü kuvvet denebilirdi. Karşılarında evlerini geri dönmüş işgalciden korumaya çalışan, düzensiz yerel gruplardan başkası yoktu. Genç yoldaşları çabucak öldürülse ya da savaş alanından kaçsa da Kayn hiçbir korku belirtisi göstermedi. Ağır kılıcını bırakıp yerden bir orak aldı ve dehşete kapılan Ionia'lılara, tam da Noxus'un düzenli askerleri yan taraftan hücum ederken saldırdı.

Sebep oldukları katliam tam anlamıyla şok ediciydi. Çiftçiler, avcılar hatta birkaç vastaya çok kısa sürede vahşice katledilmişti.

Aradan iki gün geçip haberler güney bölgelerine yayıldıktan sonra, Gölge Tarikatı bu korkunç manzaranın olduğu yere geldi. Liderleri Zed bu bölgenin herhangi bir stratejik önem taşımadığını biliyordu. Kıyımın amacı bir mesaj göndermekti. Noxus asla merhamet göstermeyecekti.

Parlak bir çelik parçasının ışıltısı gözüne çarptı. On yaşından büyük olamayacak bir çocuk çamurun içinde yatmış, sıkmaktan bembeyaz olmuş elleriyle kırık orağını usta suikastçıya doğru tutuyordu. Çocuğun gözlerinde yaşını çok aşan bir acı vardı, yine de savaşı iyice kanıksamış bir savaşçının tüm öfkesiyle alev alev yanıyordu. Bu direnç, sonradan öğretilebilecek bir şey değildi. Zed geride bırakılmış bu Noxus'lu çocuğu, onu buraya ölmeye gönderen kişilere karşı doğrultulabilecek bir silah olarak gördü. Elini uzatıp, Kayn'i Gölge Tarikatı'na kabul etti.

Geleneğe göre çömezler kendilerine bir silah seçip yıllarca bu silahla çalışırdı. Fakat Kayn bütün silahlarda ustalaşmıştı. Onun için tüm silahlar birer araçtan ibaretti. Asıl silah kendisiydi. Zırhları yalnızca yük olarak görüyordu. Bunun yerine kendini gölgelerle saklayıp düşmanlarını gizlice, hızla öldürüyordu. Bu suikastlar sağ kurtulan şanslı kişilerin kalplerine korku salıyordu.

Kayn'in efsanesi yayıldıkça kibri de büyüdü. Bir gün gücünün Zed'i bile gölgede bırakacağına yürekten inanıyordu.

Son sınavını büyük hevesle kabul etmesine de bu kibir neden oldu. Sınavı kısa süre önce Noxus'ta bulunan darkin silahını aramak ve Ionia'nın yorgun savunucularına karşı kullanılmasına engel olmaktı. Bunu hiç çekinmeden kabul etti, bu görev için neden onu seçtiklerini asla sorgulamadı. Tüm diğer çömezler Rhaast olarak bilinen bu canlı tırpanı yok ederdi; fakat Kayn onu kendisi kullanmak için istiyordu.

Parmakları silahı sardığı anda yozlaşma bedenine işledi ve ikili kaçınılmaz bir mücadelenin içine düştü. Rhaast, darkin kardeşlerine katılıp dünyayı dümdüz etmesini sağlayacak kusursuz bedeni yıllarca bekledi. Fakat Kayn'i bastırmak hiç öyle kolay değil. Kayn şimdi zafer sarhoşu ve Zed'in onu Gölge Tarikatı'nın yeni lideri yapacağından emin bir şekilde Ionia'nın yolunu tutuyor.

Gönül Çelen Rakan'ın Hikayesi

RAKAN GÖNÜL ÇELEN

RAKAN login screen ile ilgili görsel sonucu

Çekiciliği kadar dengesizliğiyle de tanınan Rakan, ünlü bir vastaya baş belası ve Lhotlan kabilesinin tarihinde gördüğü en büyük savaş dansçısı. Ionia'nın dağlarında yaşayan insanlar içinse Rakan ismi, çılgın festivaller, vahşi partiler ve düzensiz müziklerle eş anlamlı. Ancak çok az kişi bu enerjik gezgin şovmenin ayrıca asi Xayah'nın davasına kendini adadığından şüpheleniyor.

Ionia’nın derin ormanlarının kadim ve mistik köşelerinde son Lhotlan vastayaları yaşar. Burası her nefeste büyünün hissedildiği ve zamanın anlam taşıdığı bir yerdir. Bu melez yaratıklar için, fanilerin yaşadığı diyarlar büyüden tamamen arındırılmış bir çöl gibidir. Çok azı git gide küçülen topraklarını isteyerek terk eder; ancak Rakan uzun süredir daha riskli bir yolu takip ediyor. O, kabilesini temsil eden bir kâşif, elçi ve şarkı toplayıcı olarak dünyanın büyülü akıntılarının kenarlarında yolculuk eder.

İnsanları eğlendirmeyi bilen bir çapkın olarak her han ve köy karnavalında kendine yer bulabilen Rakan, yollarda yaşadığı küçük maceralarla yetinmekten memnundu... Ta ki Vlonqo’daki hasat festivalinde Xayah ile karşı karşıya gelene kadar.

Onu kalabalığın içinde görür görmez eski şarkılarından birini seslendirerek tüm kasabayı parlak tüyleriyle mest etmişti. Her ne kadar birçok insan ve vastaya kadını geçmişte Rakan'a hayran olsa da, bu menekşe renkli kuzgun onun cazibesinden etkilenmemiş gibi görünüyordu. Onu görmesine rağmen neden peşine düşmemeyi seçmişti? Bu bilmecenin basit bir cevabı yoktu.

İçinde büyük merak uyanan savaş dansçısı, Xayah’ya seyahatlerinde eşlik etmeye karar verdi. Dünya ile kurduğu etkileşim gerçek anlamda ilgisini çekmişti. Xayah sürekli olarak hazırlıklı, ilgisiz ve dikkatliyken Rakan bilgisiz, içten ve uçarıydı; ancak tehlike kendini gösterdiğinde ikisi de büyük bir uyumla savaşıyordu. Kısa süre içinde ikili birbirinden ayrılamaz hâle gelmişti.

Birlikte geçirdikleri ayların ardından Rakan da dünyayı Xayah'nın gözlerinden görmeye başlamıştı. Partnerinin hayattaki amacından gerçekten etkilenen Rakan, vastayaların gücünü geri almak için verdiği savaşta Xayah'ya katıldı.

Xayah sayesinde artık o da bir amaca sahipti ve Rakan sırılsıklam aşık olmuştu.

Sihirli Kedi Yuumi'nin Hikayesi

YUUMİ SİHİRLİ KEDİ

YUUMİ login screen ile ilgili görsel sonucuBir zamanlar Bandle Şehri'nin dış eteklerinde, ay güvelerinin parıldadığı ve nehir kenarlarının gökkuşağı balıklarıyla dolup taştığı küçük bir vadi vardı. Yemyeşil ağaçların arasına yerleşmiş bir kır evinde, Norra isimli efsuncu bir yordle ve kedisi Yuumi yaşardı.


Doğuştan büyülü koruma güçlerine sahip olan Yuumi, güneş ışınlarının üzerinde zıplayıp fareağaçlarının altında kestirerek yıllar boyunca rahat bir yaşam sürdü. Ne zaman bir macera ilgisini çekse, Norra'yla birlikte hem fiziksel hem de ruhani diyarlarda keşfe çıkardı. Norra kırık bardaklar, renkli cam parçaları ve ilginç dikişli kumaşlar gibi garip cisimleri toplamayı severdi. Bu nesneleri büyük hürmetle incelerdi; ancak Yuumi bunların ne işe yaradığını asla anlayamazdı. Yine de Yuumi sihrini kullanarak Norra'yı korur ve eve döndüklerinde onun ayaklarını ısıtırdı.

Diyarlar arası kapılar huysuzdu ve kediler gibi hünerli yaratıklara bile çok nadiren açılırdı. Yuumi, diğer yordle'ların kapı ancak öyle açılıyor diye doğu yıldızının belli bir taş kemerle hizalanmasını beklemesini veya çamurda açan gümüş renkli bir çiçeği ararlarken bataklık zambakları arasında koşuşturmasını seyrederdi; fakat Yuumi'nin yordle sahibi Norra'da Geçitler Kitabı adlı güçlü bir kitap vardı. Bu sayede, kitabın sayfalarında yer alan herhangi bir mekâna anında yolculuk edebiliyordu. Norra ne zaman bir geçit açsa, Yuumi'yle beraber kitabın parlayan sayfalarına neşeyle atlayıp hedeflerine varırlardı. Birkaç saniye sonra kitap da onlara katılırdı.

Yuumi kitapla çok da ilgilenmezdi... ta ki yıldızsız bir gecede parlak ışığıyla ay güvesi avlamaktan dönüp Norra'yı evde bulamayana kadar. Kitabı sahibinin masasında gören Yuumi, panik içerisinde sayfaları tek tek çevirmeye başladı. Bazı sayfaların yırtılıp alınmış olduğunu fark etti. Kitabın kapağında yazan adı okuyamayan Yuumi, o endişe içinde ona sadece “Kitap” diyerek seslendi. Kitap bunun üzerine kımıldamaya başladı. Yuumi sayfaların hışırtısı arasında kitabın düşüncelerini okuyabildiğini öğrendiğinde çok şaşırdı. Sesi olmasa da Kitap kendini açıkça ifade edebiliyordu. Yuumi, Norra'nın çok tehlikeli bir yere gittiğini öğrendi. Yolculuğa başlarken geçidi yok etmişti.

Yuumi, Norra'yı kurtarması gerektiğini biliyordu, bu yüzden Kitap'tan yardım istedi. Kitabın bin sayfasından her biri, maddi ve ruhani diyarlar boyunca uzanan sihir hatları üstündeki farklı bir noktaya geçiş sağlıyordu. Norra'nın yolculuğu sırasında kullandığı sayfa kayıptı; ancak Kitap onları yakın bir yere götürebilirdi. Yuumi ve Kitap mümkün olan her geçidi kontrol etmeliydi. Böylece Yuumi, Kitap'ın yeni ve beklenmedik sahibi oldu. Onu bir aslanın cesaretiyle korumaya yemin etti, çünkü Kitap yanlış ellere düşerse Bandle Şehri'ni türlü türlü kötülükler işgal edebilirdi.

Yuumi ve Kitap zorlu yolculuklarına başlayıp tehlikeli ve yabancı diyarları ziyaret ettiler. Yuumi rüzgârda Norra'nın kokusunu almaya çalışsa da nafileydi. Yuumi zaman zaman arayışlarına ara verip bir farenin kokusunun peşine düşse ya da gücünü toplamak için kısa bir şekerleme yapsa da Kitap aşırı dikkatliydi. Zaman kaybettiklerinde homurdanıyor, karşılarına çıkabilecek tehditler aklına geldikçe huysuzlanıyordu. Buna rağmen Yuumi de Kitap da sahiplerini bulmaya ve onu evine geri getirmeye kararlıydılar.

Yuumi Norra'yı fazla özlemeye başladığında sık sık başka arkadaşlar da arıyordu. En sevdiklerinden birisiyse kalın bıyıklı, fokurdayan bir akarsuyun sesine benzer tok bir gülüşü olan ve kocaman bir kapı taşıyan bir çobandı. Yuumi ara sıra adamın omuzlarına yatar, onu dolu fırtınasının içinde şiddetli rüzgârlar oluşturan kar ruhlarından korurdu. Çoban da ona taze balıklar getirirdi.

Nihayet Yuumi, sahibinin kokusunu uçsuz bucaksız bir Shurima harabesinde aldı. Hırsla kumu kazan kedi, mavi bir çömlek parçası buldu. Bu parça Norra'nın çaydanlıklarından birine aitmiş gibi duruyordu. Yuumi kazdığı yeri derinleştiremeden, vahşi bir yaratık kumun yüzeyine çıktı. Yuumi ve Kitap neredeyse yaratığa yem oluyordu. Böyle bir canavar pençelerini Kitap'ın sayfalarına geçirse çıkacak olan kargaşayı hayal bile edemiyordu Yuumi.

Uyumlu görünmeseler de Yuumi ve Kitap Norra'ya karşı duydukları sevgi sayesinde hemen arkadaş oldular. Yuumi Norra'nın yanında, güneşin altında uyuyabildiği eski günlere geri dönmek için sahibini her yerde aramaya devam ediyor.

Bıçağın Gölgesi Talon'un Hikayesi


TALON BIÇAĞIN GÖLGESİTalon login screen ile ilgili görsel sonucu


Talon'un ilk anıları, Noxus'un yeraltı geçitlerinin karanlığı ve bir bıçağın güven veren çeliği. Ne aile hatırlıyor, ne sıcaklık, ne iyilik. Onların yerine sadece çalıntı altının şıngırtısını ve sırtını duvara vermenin güvenliğini dost edinmiş. Sırf keskin zekâsı ve hırsızlık hünerleriyle hayatta kalabilmiş olan Talon, Noxus'un karanlık yeraltı dünyasında dişiyle tırnağıyla kazarak yaşadı. Kesici silahlar kullanmadaki ustalığı onu hemen bir tehdit haline getirdi ve Noxus hırsız loncaları ona kiralık katiller gönderdi. İki seçenek sunuluyordu: ya onlara katılacaktı ya da ölecekti. Cevap olarak peşine takılanların cesetlerini Noxus hendeğine attı.

Öldürme girişimleri gitgide daha da sıklaşmaya başladı. Sonunda bir gün, saldırganlardan biri, güç bakımından Talon'un dengi çıktı ve onunla bıçak bıçağa geldi. Talon'un silahı elinden gitti. Celladının kılıcına şaşkınlıkla bakarken, katil kendisini tanıttı: General Du Couteau. General, Talon'a ya elinde ölme ya da Noxus Üst Komutası'nın ajanı olarak yaşama seçeneklerini sundu. Talon yaşamayı seçti; ama bir şartla: sadece yenemeyeceği birinden gelen emirlere saygı duyabileceği için, yalnızca Du Couteau'ya hizmet edecekti.

Talon, Du Couteau'nun emriyle onu buz gibi Freljord topraklarından Demacia’nın iç meclislerine kadar götüren gizli görevleri yaparak gölgelerde kaldı. General ortadan kaybolduğunda, Talon özgürlüğünü geri almayı düşündü; ama yıllarca hizmetinde kaldıktan sonra Du Couteau'ya çok büyük saygı duymaya başlamıştı. Generalin yerini bulmayı kafasına taktı ve Du Couteau’nun ortadan kayboluşunun sorumlularını bulmak için diyar diyar dolaşmaya başladı. 

Darkin Kılıcı Aatrox'un Hikayesi

AATROX DARKİN KILICI  

aatrox'un fotoğrafı ile ilgili görsel sonucu

Darkin Kılıcı'nı iblis sananlar da oldu, ilah da. Her halükârda, hakkında bir sürü hikâye anlatıldı. Ama gerçek adını da, düşüşünün öyküsünü de bilenler yok denecek kadar az.

Çölün kumlarının imparatorluğu yutmasından çok önceki devirlerde, Shurima'nın ünlü ve kahraman bir savaşçısı, adı artık unutulmuş bir semavi varlığın dünyadaki bedeni olmak için Güneş Kursu'nun önüne getirilmişti. Yükseliş'e ermekle ödüllendirilen bu savaşçının altın rengi şafak ışığından kanatları vardı. Zırhı, ışığını sonsuz karanlığın ötesine bile yollayabilen bir umut yıldızı gibi parlıyordu.

Adı Aatrox'tu. Her asil savaşın en ön safında o vardı. Hareketleri o kadar dürüstçe ve adildi ki diğer ilah-savaşçılar hep onun bayrağı altında toplanır, on bin Shurima'lı ölümlü savaşa onun ardından yürürdü. Yükseliş'e ermiş savaşçı kraliçe Setaka, Icathia isyanını bastırmak için yardımını istediğinde Aatrox tereddütsüz kabul etti.

Fakat isyancıların dünyaya salacağı dehşetin boyutlarını kimse tahmin edememişti. Hiçlik, Icathia'lı kerametçilerin boyunu hızla aşarak karşısına çıkan her canlıyı ufalayıp yok etmeye başladı.

Aatrox ve kardeşleri yıllar süren umutsuz bir savaş vererek sonunda Hiçlik'in gözü dönmüş ilerleyişini durdurmayı başardılar ve dünyaya açılan en büyük yarıkları mühürlediler. Ama karşılaştıkları dehşet, bu olaylardan sağ çıkabilen ve kendilerine Güneşten Doğan adını takmış olan Yükseliş'e ermiş savaşçıları sonsuza dek değiştirmişti. Shurima muzaffer olmuştu ama bu zaferi getiren savaş ülkeden de, soylu Aatrox'tan da çok şey götürmüştü.

Zamanla Shurima, tüm imparatorlukların eninde sonunda çökeceği gibi çöktü.

Savunacak bir hükümdar, varlıklarını tehdit eden Hiçlik'e karşı verilecek bir sınav olmayınca Güneşten Doğanlar birbirlerine düştüler. Sonunda anlaşmazlıkları, dünyalarından kalan yıkıntıları ele geçirmek uğruna yapılan bir savaşa dönüştü. Bu çatışmadan kaçan ölümlüler onlara, duydukları nefreti yansıtan yeni bir isim verdiler: darkin.

Ahlaki değerini yitirmiş bu varlıkların Runeterra için en az Hiçlik istilası kadar tehlikeli olduğunu gören Targon'lular, sonunda olaylara müdahale etti. Bu savaşta Alacakaranlığın Sureti'nin ölümlülere darkinleri nasıl hapsedeceklerini öğrettiği, yeni ortaya çıkan Savaşın Sureti'nin ise pek çok kişiyi bir araya getirip onlara karşı mücadele edebilmelerini sağladığı söylenir. Hiçbir düşmandan korkmayan Aatrox ve orduları bu savaşa hazırdı. Faka bastırıldıklarını ise çok geç anladı. Bin tane sönmüş güneşten bile daha büyük bir güç, onu sayısız defa savaşa götürdüğü kılıcın içine çekti ve ölümsüz özünü sonsuza dek kılıca bağladı.

Bu kılıç artık Aatrox'un zindanıydı. Bilinci boğucu, sonsuz karanlığın içine hapsedilmiş, ölme yetisi bile elinden alınmıştı. Aatrox yüzyıllar boyu bu cehennemden beter hapishaneden çıkmaya çalıştı. Ta ki kim olduğu bilinmeyen bir ölümlü büyük bir ahmaklık edip kılıcı yeniden savaşa götürmeye karar verene kadar. Aatrox bu fırsatı kaçırmadı. İradesiyle ölümlünün iradesini kırdı ve bedenini zorla kendi asıl haline benzetti. Fakat bütün bunlar yeni bedeninin canını çabucak alıverdi.

Sonraki yıllarda Aatrox, üstün bir güce ve dayanıklılığa sahip pek çok kadın ve erkeğin bedenini ele geçirip kullandı. Yaşarken böyle büyülerden pek anlamazdı ama zamanla bir ölümlüyü bir nefeslik süre içinde kontrol altına almayı öğrendi. Savaşırken de daha iri ve güçlü olmak için kurbanlarını yiyebileceğini fark etti.

Aatrox, Yükseliş'e ermiş eski haline dönebilmek için bir çare arayarak Runeterra'yı umutsuzca, durup dinlenmeden, karış karış gezdi. Fakat kılıcın bilmecesi çözülemiyordu. Sonunda ondan hiç kurtulamayacağını anladı. Çalıp kaba saba bir biçim verdiği insan eti, gözüne eski halinin gülünç bir taklidi gibi görünmeye başlamıştı. Kılıçtan az daha büyük bir hücreden başka bir şey değildi. Çaresizlik ve tiksinti yüreğine kök salmaya başladı. Bir zamanlar Aatrox'ta beden bulan semavi güçler hem yeryüzünden hem de hatıralardan tamamen silinmişti.

Bu adaletsizliğin verdiği hiddetle, ancak bir mahpusun ümitsizliğinden ortaya çıkabilecek bir çözüm buldu. Kılıcı yok edemiyor, kendisi de içinden çıkamıyorsa; o zaman sonsuz yok oluşu kucaklayacaktı.

Aatrox şimdi bu acımasız amacını gerçekleştirmek için gittiği her yere savaş ve ölüm götürüyor. Körü körüne bağlandığı umut, tüm evreni son bir kıyamet savaşına sürükleyebilmek. Bu savaşta her şey, ama her şey yok olursa belki kılıcın ve kendisinin de ortadan kalkacağını umuyor.